• 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
  • 6
  • 7
  • 8
  • 9
  • 10
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10
Bir zamanlar genel cerrahtım...
Kolorektal Kongresi açış konuşması

2003
 
Ama bu akşam, bu açılış, benim için üç açıdan çok önemli.

Birincisi, ilk defa bir Genel Cerrahi toplantısında konuşuyorum.

İkincisi, ben Genel Cerrah’tan bozma bir Çocuk Cerrahıyım.

Üçüncüsü ve en önemlisi, bu salonda herkesin çok iyi bildiği gibi cerrahlar, kıdemlilerinin ve hocalarının yanında konuşmaktan ve hata yapmaktan çok korkarlar. Bu, yıllar içinde, fırça yiyerek kazanılmış bir içgüdüdür.

Ben de, Emin Hocam bu konuşmayı yapmamı istediğinden beri, ne konuşursam en az hatayla atlatırım diye düşünüp duruyorum.

Benim Genel Cerrahi maceram 1979 yılında başladı, Çapa’da 4. sınıftaydım. Kliniğe yeni geçmiştik. Dahiliye stajında, bir hastanın başında iki saat tartışılıp kortizon dozunun bir tabletten birbuçuk tablete çıkarılmasına, ancak karar verilebildiğini gördükten sonra, Genel Cerrahide, daha hastanın grafileri negatoskopa asılırken “açalım, açalım” diye endikasyon konması beni çok etkilemişti.

Başka şeylerinden de etkilenmiştim Genel Cerrahinin.

Soğuk bir kış günü eve gitmeye hazırlanıyordum. Acil Cerrahinin önünde bir hareketlilik vardı. Öğrenci olaylarında yaralanmış bir çok genç insanı getirmişlerdi. Biraz da meraktan, içeri girdim. Asistanların, yoğun koşuşturma içinde “Şu sedyeyi getir” “Pansuman setini versene” “Kan nerde kaldı?” bağırışları arasında, bir anda kendimi olayların içinde buldum. Birkaç saat sonra bahçeye çıktığımda üstüm başım kan içindeydi ve yorulmuştum. Ama içimde tuhaf bir huzur vardı. Fakülteye girdiğimden beri kendimi ilk defa bir işe yaramış, daha önemlisi ilk kez bir hekim gibi hissediyordum. Ben cerrah olmalıydım….

Ondan sonraki günlerim ve gecelerim 1. cerrahide geçmeye başladı. Önce asistanlar, sonra başasistanlar, derken hocaların bir kısmı, beni adımla çağırır oldular. Adam sıkıntısı olduğunda ameliyatlara girip ekartör çekiyordum. Bu durum bana, sınıf arkadaşlarım arasında önemli bir ayrıcalık sağlıyordu. Hoşuma da gidiyordu doğrusu..

Her akşam, ertesi günkü ameliyatların yazıldığı, ameliyathanedeki karatahtaya bakmadan, klinikten ayrılmıyordum. Ve aylar sonra bir akşam üstü, o tahtada “Hasta: filanca…. Yapılacak ameliyat: Billroth I .. Ekip: MK. EY. EK yazısını görünce heyecandan neredeyse bayılacaktım. Bu, Mustafa Keçer.. Enis Yüney ve Erbuğ Keskin anlamına geliyordu ve beni ekibin bir parçası olarak görüyorlardı. Uzun süre karatahtanın önünden ayrılamadım. Geleceğime dair hayaller kurdum.

Sonra mezun oldum. Ameliyathanede dinlenme odasında sigara içerken Kaya Bey’e yakalandığım için Çapa’da Cerrah olma hayalim zaten başlamadan sonlanmıştı. Cerrahpaşa’ya girdim.. Yorucu ama dolu geçen ikibuçuk senenin sonunda bir gün Çocuk Cerrahisinden Daver hoca beni çağırdı. Çocuk Cerrahisine geçmemi istiyordu.

Kürsü başkanımız Alemdaroğlu hocanın odasına gittim. “Bunlar da bizim bütün iyi adamlarımızı almak istiyorlar!. İzin vermiyorum!” dedi. “İyi adam” tanımlamasına sevinmeli miydim? yoksa izin alamadığıma üzülmeli miydim? Kestiremedim. Bu konularda Kemal Hocayla tartışılamayacağını bilecek yaşta olmama rağmen, “İzin almış, iyi adam” olabilmek için, iki gün sonra tekrar hocanın yanına gittim. Hoca o gün gelmemişti. Ertesi gün yine gelmedi. Üçüncü gün, Kemal Hoca’nın ciddi bir sarılık nedeniyle bir süre gelemeyeceğini ve yerine Salepçioğlu hocanın baktığını öğrendim. Hemen yanına gittim sevimli bir ifadeyle “Kemal Hoca benim Genel Cerrahiden ayrılış muvaffakatımı imzalayacaktı onu almaya gelmiştim” dedim. Adnan Hoca kağıdı arattı bulamadı. Kendisi yazdırdı ve imzaladı…

Çocuk Cerrahisine geçmiştim. Ama Genel Cerrahideki arkadaşlarım beni yıllarca bu olayı Kemal Hoca’ya anlatmakla tehdit ettiler. Hala daha edenler var.

En iyisi ben kendim itiraf ederek bu yükten kurtulayım dedim.

Hepiniz gibi, çok sıkıntılı, acılı ve zor günler geçirdim bugüne kadar Cerrah olarak, ama çok güzel ve mutlu günler de…

Hatta, adımı ilk kez yazılı gördüğüm, ameliyathanedeki karatahtanın önünde dakikalarca durup kurduğum hayallerden bile, daha iyi geçmiş olduğunu düşünüyorum, hayatımın.

Ama bazen aklıma gelmiyor da değil.

Ya, sadece hayallerden ibaretse her şey … gözlerimi açtığımda ameliyathanedeki karatahtanın önünde bulursam yine kendimi.

Henüz okul bile bitmemiş….

Cerrahpaşayı, Genel 1, Genel 2, Genel 3 rotasyonlarını ben uydurmuşum kafamda..

Yusuf abi, Ateş abi, Ali abi… Acildeki Yılmaz abi… hepsi benim hayal ürünlerim..

Bana cerrahiyi öğreten Ergun Erdoğan’ı, Hasan Taşçı’yla , Sabri Ergüney’i Ameliyathane başhemşiresi Fatoşu ben yaratmışım hayalimde.

İhtisas arkadaşlarım Erhun, Cihan, Ceyhun, Murat bile yok hatta..

Peki Hayrettin Cebeci Hoca’yı nasıl uydurmuş olabilirim?

Asistanlığımda yaşadığım onca olay mesela, Musevi arkadaşımız Amira, acile konsültasyon için çağırdığında, “Bir şartla gelirim.. İsrail batı Şeria’yı derhal boşaltacak” diye dalga geçişimiz. Bir Pazar sabahı Mustafa Taşkın’ın odasına “Yaşasın 1 Mayıs” pankartı asmamız hep hayal ürünlerim olabilir mi benim?.

Her şey düş. Çocuk Cerrahisi yok. Geceler boyu başında beklediğim yenidoğanlar yok. Çukurova Tıp Fakültesi yok. 15 yıldır keyifle birlikte çalıştığım arkadaşlarım yok. Işık hocam yok.. Hatta insanı bunaltan yapış yapış Adana sıcağı bile yok..

Bir kolo-proktoloji sempozyumu uydurmuşum kafamdan, kendime de dekanlık payesini uygun görmüşüm.. tam konuşmamı yaparken.. birden.. 1980 yılında Çapa’da.. ameliyathanedeki kara tahtanın önünde.. hayal kurarken buluyorum kendimi. Ne kadar da gerçek gibiydi her şey diyorum kendi kendime..

MK.EY.EK harflerine dalmışım.

Beni de ekipten saymışlar… İçim içime sığmıyor. Yılların ne getireceğinden habersiz atıyorum kendimi Millet Caddesine.. İstanbul sokaklarında kanlı terör kol geziyor.

O anda hiçbir şey umurumda değil. Ben ekibin bir parçası olmaktan gurur duyuyorum.